Acıyı ve anıyı uyandıran ortak bir şeyler vardı. Boğazı düğüm eden, katran karası bir şeyler vardı. Kronikleşen hüznümüzün üstünü örtmek istedik. Öyle ki, vedayı gidebilme arzusuyla eş değer tutan her türlü bilgi kırıntısının içimizde mesken tutmasına izin veremezdik. İçimizdeki tüm öfkeyi kusmaya yetecek gücümüz de yoktu. Başka hiçbir acı yüreğimizi bu denli doldurmaya yetemezdi sanki. Acı en ıstıraplı yerinden kahkahası bol sofralara gönderme yapar gibi, yapışıp kalmıştı boğazımıza. Gözlerden bir damla yaş süzülüp yanakla buluştuğunda yazarın dediklerini hatırlar gibi olurduk. “Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar.” Acıyı ıstıraplı kılan en alakasız yerlerde yaşanan hüznün ta kendisi değil miydi? Elbette, öyleydi. Acı derin, güç ve kaotik bir zihin savaşının bizzat kendisiydi. İnsan mutsuzsa aynı zamanda bencil olurdu. Bazı yenilgilerin empatisi yoksun tarafında kalır, bütün uykusuz gecelerimizi paylaşırdık. Çünkü birbirimizle paylaşabileceğimiz tek şey buydu. Acıya sırtımızı dönüp uyumak hiç aklımızdan geçmedi. Dönemezdik. Ne acıya sırtımızı dönmeye gücümüz vardı, ne de acıyı birbirimizle paylaşmaya. Birbirimize sırtımızı dönmek daha kolay bir tercihti. Ancak ve ancak uzun gecelerde uykusuzluğu bölüşürdük tam ortasından. Hiç gücümüz yoktu, acıyı pay edip yüreği soğutmaya. Belki de dayanamazdık, aynı şeylere içerlediğimizi biliyor olsaydık. Paylaşamadığımız acılar sırtımızın kamburuydu. Bu yüzden bencildik biz. Suçumuzu hafifletecek en geçerli sebepleri ararken bencildik. Kelimeleri seçerken, konuşmaya çalışırken ve en çok da acıyı paylaşamazken bencildik biz. Evet, bu nedenle hüznü en alakasız yerlerde yaşamayı seçtik. Yaşanması gereken her duyguya bir mekân ve zaman biçerken de bencildik. Her bir zerremizle kendi bireysel acılarımıza sığınırken, bencil olmak adına sözleşmiştik. Zaman silmeyecek, izler de geçmeyecek gibiydi fikrimizce. O nedenle de acıları yarıştırır hale geldik. Yeterince yarıştırmamışız ve yarıştırılmamışız gibi. Kendimizi, bulduğumuz her ayrıntıda boğmaya gönüllüydük. En başından bencildik. Hikâyenin başında söylediğimizi sonuna gelmeden unuturduk. Bir varmış bir yokmuş derken var olmanın derdi her yanımızı sarıp sarmalamıştı. Yok olacağımızı hiç düşünmek istemedik. Bizim acılarımız, bizim hüznümüz, bizimdi her şey. Mutlak en acısı bizimkiydi. En hüzünlü anılara bizler sahiptik. Her şeyin geçiciliğine tutunmak aptallık olurdu.
Kendimizi bile bile bir döngüde yaşamaya ve masalın sonunu dinlemeden uyumaya alıştırdık. Mümkünatı yok, mutlu sonu paylaşamazdık.
Ece Dirhemsiz