Yaz ve Yarat Çemberi

ANTİKA DÜKKÂNI

Ece Dirhemsiz- Antika Dükkânı Yazısının Kapak Fotoğrafı

Kendimi beklediğim odalardan, yenik ruhlardan, tuzağı tanıyan cesur ellerden, geriye kalan cevapsız çağrılardan uzak tuttum kendimi. Kolayı seven hallerden, basit cümlelerden, ezberi bozuk, imlası hatalı sözlerden, aşkın ölü tohumlarından uzak tuttum kendimi. Bildiğin gibi değilim, bildiğin gibi hiç olmadım. Bilmediğim sularda yüzmeyi sevdim. Birbirine benzeyen her şeyden uzak tuttum kendimi. Hepsinden, her birinden vazgeçmeyi öğrendim. Benzer olmak girdabından kurtulup, el-alem ne der mektebinden mezun olduğumdan beri hepsinden uzak tuttum kendimi. Yasak elmayı çalan ben oldum ve yedim afiyetle. Kendinden olmayana acımalardan, hiçe giden yaşam korkularından ilk günahı işleyerek kurtuldum. Hepsinden uzak tut sen de kendini. Aklımda kalanla yetinip duran benliğimin soluksuz kabuslarını kabullendim. Geçen pazartesi zaman kapsülüne adını karaladım. İçime ilmek ilmek işlenmiş ellerinden bahsettim, tozlu rafları olan kitapçıdaki kediye. Şöyle yazmışım bir keresinde “Gidesimin geldiği hiçbir yere benzemeyendin sen.” Durup yaşadım öyleyse, hatırladım. Bir çığ gibi büyüyen soruların eşiğinde bir soru da ben sordum. “Neden mutsuzum?” Boş ver dedin. “Bak burası antika dükkânı.”  Belki biraz hüzünlü gelir diye içeriye hiç giremedim. Dur dedim, gözlerimi kara gözlerine eşitleyerek. “Antika olması için kaç yıl geçmesi lazım?” Düşünür gibi yaparak, uzun parmaklarınla saçlarını karıştırdın. “Yani değerli sayılabilmesi için sanat özelliği taşıması gerek, yüz yıla yakın bir eskilik lazım herhalde.” Gibi bir şeyler söyledin. Kahretsin! Ne ben ne de kediler yüz yıl yaşayacak türden canlılar değildik. Gözlerimi kara gözlerine eşitlemişken, içimde zincirini kırıp kaçan kölelerin telaşını hissettim. Birkaç soru daha sorsam, köleler isyana kalkışır mıydı? “Antika işinde para var mı?” yok bu saçma olurdu. “Antika olup olmadığı nasıl anlaşılır?” bu daha iyi gibiydi. Gözlerini devirerek başını iki yana salladın. Bilmiyorum demekti bu. Bana herkesçe olmayan sen dilinde bir şeyler lazımdı. Fikrimce yüz yıla yakın bir eskilik de şart değildi. Sana rastlayacağımı bilsem hüznümü parçalar antika dükkanından içeriye girerdim. Sezar, Brütüs’ten bıçak darbeleri ala dursun, ben kendi hüznümle kendimi boğabilirdim. Öyleyse, düş Sezar dedim..

 

Ece Dirhemsiz- Antika Dükkânı

Ece Dirhemsiz

Bir yanıt yazın