TİN

Yazar:

dk okuma süresi

İllüstrasyon:Aİ&Canan Kılınç

İllüstrasyon:Aİ&Canan Kılınç

“Tîn’e ve zeytûn’a and olsun.

 Sinâ dağına and olsun, Bu güvenli beldeye and olsun ki,

 Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”

Tin suresi

 

TİN

İki yaşlı ağaç. Yan yana kim bilir kaç yıldan beri. Ben yokken varmış ikisi de… Annem demişti. Sanki birbirine sevdalı gibi kavuşuyor dalları. Bu sabah Ayet Kaptan arsasını gezdiriyordu bir adama. Adam kara bakışlı gözleriyle arsayı inceledi. Yanındakine talimat verdi. Beriki hemen elindeki metreyle bir o tarafı bir bu tarafı ölçmeye başladı. Korktum ben. İçimden köpük köpük bir şeyler aktı sanki. ‘Ya keserlerse…’ Elimdeki topu fırlattım arsaya doğru, koştum hemen… Kara bakışlı adam yüzüme baktı sonra Ayet Kaptan’ a dönüp “Haydi ver elini pazarlık yapalım.” Dedi. “Tamam Beyim sen beğendiysen yaparız bir şeyler…” Sonrasını duyamadım. Kulaklarım çınlamaya, kalbim gümbür gümbür atmaya başladı. ‘Kesecekler…’ İçimden ağlamaklar geldi de ağlayamadım. Bi koşu eve vardım.

Çiçekli penye eteğimin ucunu büke büke düşündüm durdum gün boyu. Annem neyin var demedi hiç. Tüplü televizyonun karşısına geçmiş çiğdem çitliyor gene. Sıkılıyorum çok. Arsaya baktım pencereden. Kimse yok. Usulca mutfağa geçtim. Peynir ekmek aldım yanıma. “Nereye kız yine? Gitme şu ağaç tepelerine. Vallahi bir tarafını kırarsan bir de ben kırarım o çırpı bacaklarını alimallah.” İçimden dil çıkardım. Merdivenlerden inerken babaannem tuttu kolumdan. O da kara bakışlı. “Koca kız oldun artık. Nereye koşuyorsun böyle yaldır yaldır?” Ses etmedim hiç. Anlamaz ki söylesem de. Dedemin ağacını kestirmişti geçen yıl. 

Etrafa baktım usulca. Kimsecikler yoktu. Önce incirin gövdesine dokundum. Biliyor onu çok sevdiğimi. Zeytini de seviyorum ama inciri daha çok. Terliklerimi çıkarıp bi çırpıda çıktım en üst dalına. Buradan bizim evin içi görünüyor. Babam gelmiş eve. Üstü çıplak, altında beyaz donu var. Kapattım hemen gözlerimi. Odadan çıktı. Ellerimi dürbün yapıp daha uzaklara baktım. Yukarı mahallenin oğlanları top oynuyor yol başında. Bizim sokakta hiç çocuk yok. İki dalın arasına uzattığım tahtanın üstüne yatıp gökyüzüne baktım. Dalların arasından akşam güneşi uzanıp gözlerimi kırpıştırdı. Zaten incir de kaşındırıyor. Olsun akşam annem kazanı yakacak. Etlerimi kızartana kadar ovalarım bir güzel.  Çok utanıyorum annem yıkarken. Kendim yıkanıyorum artık. ‘Büyüdüm mü ben?’ Oyun oynamaya çıkarken, koşarken, zıplarken sen artık büyüdün diyorlar.  Bazen “bak memelerin hopluyor koşarken, koşma büyüdün” diyor babannem bazen de “sen sus küçüksün” diye çimdik atıyor … Hiç sevmiyorum onu. Kara bakışlı gözlerini kalın camlı gözlüklerinin arkasından bana dikip kötü kötü bakıyor. Bir keresinde çok çişim gelmişti de evine almamıştı beni. İncirin dibine işedim. Annem” bir daha işeme şeytanlar toplanır etrafına” dedi. ‘Babaannem kaç şeytan eder?’ Bazen rüyama giriyor. Keşke ölse… Ölse babam ağlamaz hiç. 

Akşam ezanı okunurken annem cama çıkıp bağırdı. Babam “yemeğe gelsin” demiş. Peynir ekmek, incir yedim ben ağacımda ama ikiletmedim. İncir küsmesin diye altın küpemi kovuğun içine sakladım. Saçlarımı açtım kulaklarım görünmesin diye. Yavaş yavaş indim aşağı. Eve gidince hemen ellerimi yıkadım köpürterek. Kollarım kızarmış yine. Sofraya oturmuşlar çoktan. Babam kalın bıyıklarının altından çorbasını içiyordu. Bir şey demedi. Rahatladım. “Bu yine incirin tepesindeydi bütün gün.” Annem neden hep beni şikâyet ediyor babama. Ben onu hiç şikâyet etmiyorum. Saçlarımı güzel taramıyor, hiç öpmüyor beni ama yine de şikâyet etmiyorum. Babam tıkanırcasına koca koca ekmek dilimlerini büküp ağzına attı. Homurdandı. Gözlerimi kaçırdım. ‘Söylesem mi babama. İncirle zeytini kesecekler desem mi?’ Zorla bitirdim çorbayı. Tam söyleyecektim ki babam sigarasını yaktı yanaklarını içine çökerterek. Sonra mırıldanmaya başladı. Kendimi bildim bileli dudakları hep kıpırdar. Belki dua okuyor belki de içinden konuşuyor. Çok şaşırıyorum onun bu haline. Başkalarının yanında yapınca biraz utanıyorum. Babam ikinci sigarasını yakınca tuvalete gitti. Ben sofrayı topladım. Tabak, bardak, çatal ne varsa lavabonun içine koyup demir bacaklı eski sandalyeyi bangoya yaklaştırdım. Sonra balık ağına annem görmeden çabucak kocaman bir parça mintax sürdüm. Köpüklerle oynaya oynaya yıkadım bulaşıkları. İşim bitince denizi gören pencereden karşı adaların ışıklarını izledim. ‘Bu gece yıldız çok gökyüzünde.’ Babam kuru bir öksürük sesiyle geldiğini haber etti. Eski divana uzandı sonra. Annem çoktan uyumuş bile karşı çekyatta. ‘Büyükler neden bu kadar çok uyuyor?’ Ben hiç sevmiyorum uyumayı. Uyursam hep bir şeyleri kaçırmışım gibi hissediyorum. Karşılıklı horlamaya başladılar. Usulca, parmaklarımın ucuna basa basa dış kapıya doğru ilerledim. Yavaşçacık anahtarı çevirdim. Karanlıkta el yordamıyla merdivenlerden indim. Komşu evlerin açık pencerelerinden tabak, çatal sesleri sokakta yankılanıyordu. Birkaç kedi çoktan çöp tenekelerinin başında bekleşmeye başlamıştı. Benimle hiç ilgilenmediler. Karanlıkta incir ağacı kocaman yılan saçlı bir canavara benziyordu. Korkmadım desem yalan olur. İlk defa karanlıkta onunla buluşacağım. Kalbim yine köpük köpük kabardı. Cesaretimi toplayıp yürümeye başladım. ‘belki de son günlerimiz…’ Böyle düşününce korkum azaldı. Zeytinin dalları hafif esintiyle dalgalandı. “Beni de unutma.” der gibi. İçimden Ayet Kaptan’ a lanet okudum. O kara bakışlı adama neden satıyor arsayı? Zaten çok parası var onun. Annem geçen sene onun zeytinliğine yevmiyeye gitmişti. Bir keresinde ben de gitmiştim de bana kâğıt para vermişti. Ama o gün ellerim çok üşümüştü zeytin toplarken. Bir daha da gitmedim. Kağıt paramı teneke kutuda sakladım. 

İncir bana ellerini uzattı. ‘Küsmemiş.’ Koynuna sakladığım küpeler geldi aklıma birden. Annem fark etmedi Allahtan. Kovuğun içine elimi uzattım, tekrar taktım küpelerimi. ‘Bizim evin ışıkları yanıyor.’ Uzaklarda köpekler havladı. Birer ikişer mırıltılı gölgeler geçti sokaktan. Aile çay bahçesine gidiyorlar. ‘Babamla annem hep uyuyor.’ Üzüldüm biraz. Dalların arasına koyduğum tahtaları düzelttim. Uzandım sonra. Gece yıldızlı… Bir yanıp bir sönüyor, ateşböceklerine benziyorlar. Bir kere ateşböceği yakalamıştım sonra içim dayanmadı hemen bıraktım onu. Sanki sevinçle çırpmıştı kanatlarını. Yine kaşınmaya başladım. Annem kazanı yakacaktı. Unuttu… 

Gözlerimi kapattım. Etraf incir sütü kokuyor.” Uyicam ben.”

***

Gözlerimi açtım tekrar kapattım tekrar açtım. Aşağıda tüm mahalle toplanmış bana bakıyorlar. Babam, annem, kardeşim, babannem, halam, Birgül teyze, Zeynep yenge, Ayet Kaptan… İşte o kara bakışlı adam. “İnmicem işte. Benim ağacım o.” Herkes hep bir ağızdan bağırıyor. Kapattım gözlerimi, kulaklarımı… Sonrasını hatırlamıyorum. Babam çok kızdı. Bütün gün dudaklarından mırıltılar döküldü. Annem terlik fırlattı. Babannem çimdikledi. Yasak koydular bana. Ağaç yasağı… Arkadaşımdı o benim. Tek arkadaşım…

Ebru Özdemir

Ebru Özdemir

Bir yanıt yazın