Yalnızlığının adına “girdap” demişti. Sorduğumda kısık bir sesle önce kendine sonra da bana inandırmak ister gibi “Tekrara düşmek istemem ama emin misin?” diye teyit etmişti. Bazı sorular tekrara düşse de iyi niyetliydi. “İyi niyetli sorular bunlar.” Dedim. “Anlamadım.” Dedi. “Boşver, neden girdap koydun yalnızlığının adını?” Bu sırada fırsattan istifade yüzünü inceliyordum. Bu çok nadir olandı. Ellerini incelemeye cesaret edemeden zaman parçalara bölünecekti. Buna emindim işte. Zaman benim olasılığımda hiç olmadığı kadar dakikti. “Ee yazıyor musun hala?”. “Ha evet bir şeyler karalamaya devam ediyorum ara sıra.” Ardından kısık bir gülüşle bir şeyleri tam etmeye çalıştım. Güç bir şeyler vardı. Köhne bir acısı vardı bilmek lanetinin. Sussun istiyordum, konuşmadığı halde. Bir şeyler yazıyor muydum hala? Karalıyorum demiştim. Ama neyi? Kendimi, geçmişi, geleceği, var olanı, yok olanı? Pervasızdım, provasını almıştım sanki başka zamanda yaşamanın. En iyi bildiğimi de bazen yapamıyordum. Bir hatırayı yokluyordum devamlı ellerimi ceplerime götürür gibi. Deliriyor muyum diye bakıyordum aynaya gün aşırı. Önceden sadece yaşlanıp yaşlanmadığımı kontrol etmek için yaptığım bu anlamsız eylemi şimdi anlamı olsun diye tekrar ediyordum. Saygımı mı yitirmiştim kendim bildiğime? Unutacaklarım diye bir kirli sepeti yapmıştım odanın baş köşesine. Hemen yıkıyordum beynimde unutulacakları. Haliyle katlanıp kaldırılacaklar birikiyordu. Yıkıyordum, birikiyordu. Yıkıyordum, birikiyordu. Tadı kaçmıştı kararlarımın. Karar diye kendime yutturduklarımın. Herkes uyusun istiyordum. Çıt çıkmasın. Bir yazgıyı yeniden yorumlayacak gücü buluyordum kendimde. Dişlerimi sıkıp yumruğu savuruyordum havada. Tiksinip satırlara öfkemi kusuyordum. Yeni bir anlam kazandırmak istiyordum içimdeki yaşama hevesine. Her sabah geceyi özleyerek uyanıyordum. Mutlu günaydınlarım vardı ama belki de yalan söylüyordum. Bilineni oynuyordum. Bilinmeyenden söz etmiyordum. Uzaklaşıyordum ve trajedi buradaydı. Evet, az önce buradaydı. Laf cambazlığı bu diyordun. Oysa ben sadece kelimeleri seviyordum. Büyük bir ironiye eşlik etmek gibiydi kendin olmak. Omuzlarıma aldığım bir ceketti çoğu zaman, iyi yazılmış bir karakterdi ya da. “Başkalaştım” dedin bana geçen gün. Sabit yaşayan hayvan grupları gibi bahsettik kendimizden. Önemli bir form almak gibi.
Büyümek mi yani? Evet büyümek… Kişiler de başkalaşır. Hayır, kişiler başkalaşmaya mahkumdur! Arkası kesilmeyen derin sessizlik ben miyim? Ben bu sessizlikle bir ömür ekmeğimi, suyumu ve senin girdabını paylaşabilirdim. Öyle ki peşindeydim hala. Baltaladığım her şeyin peşindeydim. Baltalamak, mizacımda bir aile yadigarı gibidir, öğrenilmiş çaresizliktir, yanlışlanamaz ve üstü çizilemez. Eli kulağında kötü bir şey olacak hissinin yerleştiği evlerden, yükü ağır travmatik miraslardan tüm özgür irademle reddi miras yaptıktan sonra güzel şeyleri baltalamama kursuna kendimi kaydettirmek için yola çıkmıştım. Çocuktum ve pek tabi yetişkin. Bu işler öyle olmuyor muydu? Bir huzursuzluk çıkarmamam için kendimi uyarıyordum. Akıllı ve uslu durursam sonunda kendimle olan savaşım bitebilirdi. Neyse ki tüm tatsızlıklarıma bulabileceğim bir kulp vardı insandım. Ve insan olmak biraz da böyleydi. İyi bir insan olabilmek için kuponlar biriktirmeye başlayabilirdim. Bu sayede daha iyi bir insan olan versiyonuma kavuşabilirdim. Yaşamak için yeni bir furyaya dahil olabilir ya da başkalaşabilirdim…
İşin ucunda ölüm (mü) vardı?
Ece Dirhemsiz