Günün ilk ışıkları gökdelenlerin camlarından yansımaya başlamıştı evden çıktığımda. Güneş bile önce para babalarına selam veriyor diye düşünürüm ben. Onları uyandırıp bizim mahalleye gelmesine daha dakikalar var. Hoş bizim mahalleye gelince de her eve uğramaz namussuz. Üst katların balkonlarını şöyle bir gönülleyip gider.
Ben ılık suyumu içip evden çıktığım saatlerde hiç görmem güneşi. Ama inşaatlarda sağ olsun hep tepemizde dikilir. Şanslıysak, güç bela bulduğumuz baretlerin içinde kafamızı pişirir. Ama çoğunluğumuzda kasket olur çalışırken. Ne güvenliği canım. Güvenlikten bahseden kim? Terlerimiz gözümüze kaçıp işe engel olmasın diye takarız kasketleri. Ha bir de kızıl bayrakları saklamak için zaman zaman.
Bugün son katındayız inşaatın. Rockefeller’ın gökdeleni bu. Buradan tüm Manhattan ayaklarımızın altında. Bakın şurada Central Park da görünüyor. Bir gün çocuklarımı da götürmek istiyorum oraya. Şu görünen gölde yüzerler belki kim bilir.
Karnımın gurultusu çekiç seslerini bastıracak kadar arttı. Midemdeki yanma hissi boğazıma doğru ilerliyor ve zamansız öksürüklere sebep oluyor. Öğle molasına çok kalmadı aslında ama ben oldukça acıktım. Bir süredir çok erken acıkıyorum. Sabah içtiğim ılık su eskisi kadar ılık değil. Belki o yüzdendir. Çekici iki kere üst üste aynı noktaya vuramıyorum artık.
Sıcaktan bir çoğumuz tulumları çıkarıp çalışıyoruz. Ben ise nadiren giydiğim yeşil gömleğim üzerimdeyse çıkarmamayı tercih ediyorum. Ajitasyon yaparken kızıl fularıma pek yakışıyor doğrusu. Bunu ben değil, Jones söyledi. Onun yalancısıyım. Ella ile de bu üzerimdeyken tanışmıştık yıllar önce. Doğruluk payı olsa gerek. Bunları düşünürken artık bitkin gözlerle ve yalvarır bir ifadeyle Jones’a kaymış olsa gerek gözlerim, bir an durup bakıştık. Durumu anlamış olacak, “ Molaaaa” diye bağırdı. Jones’un sesi o kadar gürdü ki bağırışını zemindeki yoldaşlar bile duyardı. Eylemlerde de slogan atma işini ona verirdik. Her zaman giydiği deri botlarıyla bir balet gibi parmak uçlarında dikilir, sıkılı sağ yumruğunu sallayarak tüküre tüküre slogan atardı.
Onu gören polislerin korktuğunu bile hatırlıyorum. Tam da şu an gökdelenini diktiğimiz Rockefeller’ın bankasının önündeydik bir keresinde. Şu buhran dedikleri yılların başıydı. Yaklaşık iki yıl kadar önce yani. Buhran bahanesiyle bize yıkmışlardı bütün yükü. Vergiler artmış, kiralar akıl almaz seviyelere çıkmış, maaşlar kuş kadar kalmıştı. Hoş hala öyle ama artık alıştık buna. Tam da o günlerin başında işte, bu şerefsizin bankasının önünde buluşmuştuk. Jones sesiyle bütün banka çalışanlarını korkutup kaçırmıştı metrelerce öteden.
Ama kafası çalışmazdı pek Jones’un. O yüzden olsa gerek tanıştığımız günden beri benim olduğum yerlerde yanıma sığınır ve onaylayıcım rolüne bürünürdü. Bu çoğu zaman da işime yarardı doğrusu. Onun gibi birinin koruması altında olmak bana olmadık kapılar açtı şimdiye kadar.
Sahi söylemeyi unuttum. Ben New York Devrimci İşçi Birliği başkanı Martin. Şimdi öğle yemeğine çıkıyoruz. Ben evden getirdiğim haşlanmış patates ve mayalı ekmeği yiyeceğim. Muhtemelen karım ve çocuklarım acıkmamak için bugün de geç kalktılar. Birer bardak ılık su ile günü geçiştirip benim eve götüreceğim mayalı ekmek ve birkaç parça sebzeyi bekliyor olacaklar. Ev dediğime de bakmayın. Pireli bir yatak, genellikle patates haşlandığı için kenarları nişasta sarısına bulanmış bir alüminyum tencere, farelerin cirit attığı akan bir kamış da ve her gün gökdelenlere taktığım tonlarca camın aksine kırık camlarla bezeli iki ufak pencere.
Birazdan öğle yemeğine çıkıyoruz. Zaman kaybetmemek adına zemine inmemiz yasak. Bugün yerine oturtacağımız son kirişin üzerine dizilip yiyeceğiz yemeğimizi muhtemelen. Arkamızda imrendiğimiz manzara olacak. Belimizde kayış olmayacak elbette. Yemeklerini yerken bir yandan da düşmemeye gayret edecek çömez yoldaşlar. Birazdan öğle yemeğine çıkacağız. Ve yemek için açtığımızda torbaları, bazılarımız mahcubiyetleriyle, öfkelerini yatıştıracak. Öğle yemeğinde mayalı ekmeklerimizi bölüşeceğiz elbet. Ama yoldaşlara uzattığımız her bir lokma onlara zül olacak. Birazdan öğle yemeğinde, bu gökdelendeki belki son yemeğimizi yiyeceğiz. Bizden sonra gökdelenin sahibi asalak tam da bu kata yaptıracağı dairesinde gözlerimizi kısarak bakabildiğimiz şu güzelim manzaraya karşı bizim bir aylık yiyeceğimizi tek bir öğünü için sofrasına dizdirecek.
Ben işçi önderi Martin. Bir gün aç be aç, halatsız, baretsiz, hayatımız pahasına inşa ettiğimiz bu gökdelenlerin sahibi olacağız. Kasketlerimizde sakladığımız o kızıl bayraklar bileklerimize dolanacak, sıkılı yumruklarımızın öfkesiyle sevişecek o gün.
Ben işçi Martin. Çekiç sesleri Jones’un sesine karışacak.
Altan Türel