,

Nasıl Bilirdiniz?

Yazar:

dk okuma süresi

Nasıl Bilirdiniz hikayesini tasvir eden, Rustik bir odada, pencere kenarına yerleştirilmiş ahşap sedir bir yatak, duvarda Şubat ayından kalmış eski bir takvim, retro bir masa ve yumuşak doğal ışığın aydınlattığı melankolik bir atmosfer.

Nasıl Bilirdiniz? Vedalaşma ve Aile Hikayesi

Nasıl Bilirdiniz?

Öylece durdum kapının önündeyim, tahta sedirde yatıyor dört parmak döşekle boylu boyunca, sırtında yaraları günlerce yatmaktan. Haber verdiler, “Gel, vedalaş.” diye. “Helallik ver.” dediler.

Adım atamıyorum odaya. Oda dediysem de bakmayın. İki göz evin salon olabilecek odası. Kenarda derme çatma kuzine soba, ortada kimin ne zaman moda yaptığını bir türlü anlamadığım, üstü banyo fayansı, tekerlekli sehpa. Sahi kim banyo karosunu salonun ortasına koymayı akıl etti acaba? Tebrik etmek istiyorum bu pazarlama dâhisini. Çünkü borcam gibi de kapış kapış gitti bir dönem, yalan değil.

Tahta sediri içerideki yatak odasından getirmişler camın yanına. Dışarıyı seyretsin diye düşünmüşse abimle yengem. Abim düşünmez gerçi, düşünmeyi bırakalı çok oldu o. Akıl etse etse yengem etmiştir. Bir tane çekyat, hâlâ var olduğuna şaşırdığım 37 ekran tüplü televizyon. Duvarda 2 Şubat’ta kalmış Maarif takvimi: Kız olursa Safiye, erkek olursa Samet. Bugün de Temmuz’un 7’si. Demek ki beş aydır yatakta yatıyor bilfiil, yoksa her gün aksatmadan koparırdı sayfaları babam.

Sahi, demedim değil mi? Ahşap sedirde yatan adam: Babam. Sırtı yatmaktan göz göz yara olmuş olan. Nefes alıyor ama yaşıyor mu belli değil? Gözlerinin feri gitmiş sanki. Halbuki o gözlerle ne bakışlar atmıştı gençken. Mahalleden kızlara çapkın bakışlar, anneme kızgın bakışlar, abimle bana suçlar bakışlar.

Ben o gözleri çokça gördüm Hâkim Bey, şimdilik kalsın. Tekrar bakmasam da ziyanı yok.

“Artık yemeği içi almıyor.” dedi yengem. “Ya reddediyormuş ya da midesi na böyle kuş gibi kaldı.” derken iki elini yarım ay yapıp birleştirdi önünde. Sanki de bir kuş oracıkta saklanmış gibi. Ama babama dair hiçbir şey güzel olamaz; bir kuşun onun midesine benzemesi olası değil.

“Belki de intihar ediyordur.” dedi sonrasında. Nasıl baktıysam artık yüzüne, “Yok canım, niye etsin?” diye düzeltti kendini.

Sahi, nasıl baktım? Babam gibi mi? Suçlayarak mı?

“Yahu bu adam bunca kötülüğü yaptığında intihar etmedi de 83 yaşında bu dünyadan defolup giderken mi intiharı düşündü, yenge? Beş aydır ne versen yemiş de son zamanlarda mı reddetti yemeyi?” diye düşündüm ama diyemedim. Bazen konuşmanın hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini bildiğimden, susmayı çokça tercih eder oldum ben. Öğrenilmiş çaresizlik.

Tıpkı babamın biz çocukken annemi dövdüğünde sesimizin çıkamaması gibi. Halbuki başlarda çıkıyordu. Babamı durdurmaya çalışıyorduk da bir posta sopayı da biz yiyorduk abimle. Sonra bize kızıp annemi daha çok dövünce durmaya başladık. En azından bir kez dayak yesin diye. İşte bazen eyleme geçmemek de bir eylem olabiliyor. Bizim pasif agresif savaşlarımız, kendimizce!

Yanına gitsem şimdi, çatlamış dudaklarına baksam, yaşlılık lekeli mora çalmış ellerine. Bu eller miydi bize vuran, bu eller miydi beni okuldan alıp kuaföre başlatan, bu eller miydi abimin sırtında vileda sopası kıran? Hani şu plastik olanlarından da değil ha, son moda. Hırdavatçılarda satılan, ucuz olup da fırça kısmı tahta sopasından ikide bir çıkanlarından. Onla kırdıydı.

Yanına otursam ne derim? “Baba, ben geldim, kızın.” Yok, “Baba” demem bir kere. Ee, ne diyeceksin? “Orhan Bey” mi? Yok, ebenin nikâhı ne beyi kız, adam değil ki bey olsun. Hadi diyelim adını geçiştirdik, “Ben geldim.” diyelim direkt. Ee? Ne bekliyorsun, ne bekliyor benden? Öyle helal mi edeyim hakkımı? Ayol ne hakkı be? Hak mı kaldı, hukuk mu?

Okutmayacağım deyip kuaföre verdiğin adaletinin hakkı mı, kahveden anlaştığın elli yaşındaki mabadının kılı ağarmış adamla beni üç kuruş başlık parasına başgöz etmenin helali mi? Evlenmeyeceğim dediğim zaman içine cin kaçmış gibi öldüresiye dövüp de acildeki polislere kimseden şikayetçi değilim dememin hakkı mı? Neyin hakkı Orhan Bey? Pardon ne beyi?

Bazen diyorum ki keşke basıp gitseydin mahalledeki kırıklarından biriyle de biz de bir gün yüzü görseydik, bak o zaman kendim okulu bırakırdım gerekirse eve destek olmak için. Bir çocuk peydahlasaydın mesela kadının birinden, ev açsaydın ona sonra da terk edip gitseydin bizi arkana bile bakmadan. Ama gitmedin. Döndün dolandın her gece girdin bu kapıdan içeri, simdi tam da benim durduğum. Bak ben bir adım atamıyorum bu eşikten içeri de sen koşar adım çullanırdın üstümüze.

Hadi sen gitmedin madem, keşke diyorum ta en başından hiç evlenmeseydiniz annemle, kadersizimin bir gün yüzü gülmedi bu evde. Keşke hiç seni tanımasaydı da ben bu dünyada hiç var olmaya razıydım. Yokluğum anneme armağan olurdu. Olmadı.

Annem… uzun zamandır bu kelimeyi de sesli söylememiştim bak. İnsan annesi ölünce niye sesli söylesin ki değil mi durduk yere? Böyle amca, teyze gibi herhangi birisine denilecek bir kelime değil ki bu, bambaşka. Biliyor musun öldükten sonra başka biri kullanmasın diye hattını satın aldım. Hâlâ ara ara ararım sanki açacakmış gibi, mesaj atarım gün içinde.

Bu hayata, sana dayanmasının tek sebebi bizdik abimle. Bizim için yaşadı, zamanı gelince de gitti. Hastalığı daha başlamamışken bir gün demişti ki; çok istedim kendimi öldürmeyi yapamadım, cesaret edemedim, bu evden de gidemedim. Sonra bana beynim dedi ki; hee öyle mi Gülnur, madem sen gidemiyorsun, kendini öldüremiyorsun, al işte beynin kendi kendini öldürüyor, tüm anıları siliyor. Sildi de, zamanla her şeyi unuttu. Başta çok üzüldüm, beni unutmasına, yaşadığımız anıları, gece yarısı sohbetlerimizi, trt radyo dinleyerek yaptığımız kahvaltılarımızı, acıkınca adana kebap diye lavaşa sumaklı soğan sarıp yemelerimizi. Ama sonra seni de unuttuğunu fark ettik. “Bu adam kim?” dediği gün öyle bir his kapladı ki içimi, nasıl sevindim anlatamam. İnsan annesinin alzheimer olmasına sevinir mi, böyle bir hayat yaşarsa seviniyormuş işte. O vakit sen de bir tırstın, daha da ellemez oldun kadını, her bir şeyine laf etmemeye başladın. Neye yarar ki, bir ömür geçip gittikten sonra?

Adım atsam mı atmasam mı kapıda dikilmiş bunları düşünürken arkamda bir şıngırtı, yengem elindeki çayların olduğu tepsiyi düşürürken bir yandan da çığlığı basıyor babaaaa diye. Bağlı olduğun cihaz durmuş, dıt dıt dıt sesi adeta bir siren gibi sadece uzun bir dııııtttt ediyor. Ben ayakta tam da geçmişi düşünürken mi oldu, hiç farkında değilim. Helallik veremedik Orhan Bey, zaten vermezdim de, ne münasebet. Şimdi öldün gittin kurtuldun ya, yıllardır hep aklımda demeden de geçemeyeceğim keşke ilk ölen sen olsaydın annem yerine. Sana da varsa bir hakkım helal etmiyorum, iyi bilmezdik.

Gizem Yalçın

Türkiye’de aile içi şiddet hakkında daha fazla bilgi almak için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ev içi şiddet web sitesine göz atabilirsiniz.

Alzheimer ve etkileri konusunda detaylı bilgi için Alzheimer Derneği’nin kaynaklarına ulaşabilirsiniz.