Sepetiniz şu anda boş!
Öylece oturuyorduk, hemen gözü dalmıştı uzağa.. Ben eskiden… diye, sözü tamamlamasına bu sefer müsaade etmedim.
E iyi hadi o zaman bir çay içelim, dedi.
Çay gelmeden, Var mı yanında doğru söyle, dedi.
Ne ? Dede dedim ya var işte …
Bak kızım yoksa söyle bir kızın cüzdanında para olmalı dedi sert çıkışarak …
Var dedim ama illa tutuşturdu yine…
Hadi iç çayını soğudu. E ne yaptınız ne öğrendiniz bugün? Aynı şeyler dede dedim kurs için. Akşam sen pilav yapsana dedi. Bir sevindim kendimi gerçekten bir şey gibi hissettim, ses etmedim yine de gitmeyim diye yanından habire çay söylüyordu, çok canı sıkılıyordu üst üste kaç defa sigara içti. İçim acıyordu haline. Gitmedim, acıkmıştım aslında ama yine de içtim çay.
Midem bulanmıştı, keşke de çizi alsaydım dedim içimden ama artık geçmişti. Çay arkadaşım canım dedem bana eşlik ediyordu, şakalaşıp dert anlatıyordu hiç bıkmadan, Almanya maceralarını, askerlik anılarını aynı o günkü heyecanla hem de benim zayıflığıma takmıştı kafayı fena halde. Kimbilirdi ki orda o kafede belki de son içecektik güzel çayımızı …
Kasımpaşa formalarını spor ayakkabılarını neden sakladın ki dede kim giyecekti?
Giyseydin ya sana yakışıyordu ne güzel oluyordun … Babama gidecektik ona da gidememiştik.
Hiç hastalandıgına inanmamıştım hiç hem de taa ki o soğuk alarm sesli ve bin bir türlü sesin, makinanın olduğu yere girene kadar …
Ellerin dede ellerin zayıftı, minicik kalem gibiydi. Kocaman olmuş şimdi, oradakileri görüp daha da kötü oluyordu bunu anlıyordum, dedemi oradan çıkarmak istiyordum ama çıkarıp onu iyileştiremeyeceğimi de biliyordum, sevdiği çikolataları almak için planlar yapmıştım … Bir de beklemenizin anlamı yok demezler mi nasıl yok … Nasıl anlatılabilirdi ki…
Ertesi sabah gün ağarana dek bekledim. Sabah ezanı okundu, kuşlar uçmaya başladı, ekmek kokuları, ayakkabı sesleri, yeni yaşam, yeni gün dedem orada o seslerle sabahın soğukluğu dedem kolay kolay üşümezdi içim ezildi ağlıyorum.
Çekip çıkarsam dedim ordan, yok yapamıyorum nasıl nefes alacak çıkarsam, yanına gittim kocaman elleri ile üşüdüğümü anladı. Nasıl anladı o soğuk yerde hemen de uykusu geliyor konuşurken, midem öyle acıyordu ki. Yemek yememi çok isterdi, nasıl yersin koca bir boğum gibi boğazım. Su bile kalıyor düğüm gibi ah dede …
Yapacak birsey yokmuş dedem için gitmiş..
Şakaydı herhalde, çöktü tüm griler üzerime sanki yürüyemiyordum, yürüyordum yada midem bulanıyordu, kulaklarım çınlıyordu canım dedem.. Arkadaşım dedem …
Merdivenler çoğaldı inemedim bacaklarım acıyordu . Dünyam acıyordu, napsaydım ki şimdi, çok saçmaydı herşey. Yani dedem yok, şaka yapardı zaten gitmezdi ki numara yapardı bana, taklitçiydi, olamazdı, hiç boşuna tutmayın kollarımdan, dedem gitmezdi …
Yani yok yapmazdı çünkü üzülmemizi istemezdi. BAşım çok dönüyordu, gözlerimin içi acıyordu, kalbim sıcacık ağrıyıp yanıyordu, çığlık atmak istiyordum çok ama çok çığlık…
Ama gitmiş en sonunda, dayanamamış, yetmemiş nefesi.
Bunca yağmur yağarken ıslanmak da istemezdi, şemsiyesini hep taşırdı yanında, yağmur yağıyor şimdi..
O çay içtiğimiz yerde hadi gel iki konuşuruz dediğin yerde bir sürü insan var şimdi dede. Kopkoyu demli siyah çayları içtiğin yerde yığınla insan var şimdi …
İşte ben de böyle gideceğim derdin,
Vay anam derdin …
Şu ikimize ayırdığın köşe varya hamamın ordaki, hiç bakamıyorum şimdi, zaten hiç gitmiyorum Ki.
Hani çık dışarı kızım derdin ya …
Yok şimdi.
Arkadaşım benim sen gibi arkadaşım olmadı dede, olamaz da çayınla sigaranla oturuşunla … Üç dört tane çiçek başucunda sallanıp duruyorlardı sevinçle, yeşilce gökyüzüne…
Dilek Kalaycı
Paylaş
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.