Yaz ve Yarat Çemberi

Sürücü Koltuğunun En Issız Yeri

AI&Canan Kılınç

Bu sokaklar… Bu merdiven gibi dizilmiş sokaklar… Bizi nereye götürüyor sevgilim? Yükseliyoruz. Ve yükseldikçe önünde delikli bir siyah perdenin asıldığı bir lambadan belirircesine şehir ışıkları görünmeye başlıyor.

Ayaklarımızın altında milyonlarca kum varken öpmüştün beni. Bir kumsal zambağı şaşkınca duruyordu az ötemizde. Bir yengeç sebepsiz ip atlamaya başlamıştı. Ben kelimelerimi düşürmüştüm, milyonlarca kumun içine… Beni ilk kez öpmüştün…

Radyo kapalı, sadece araba motorunun sesini duyuyoruz tırmanırken. Bir dik yokuştan daha çıktıktan sonra yan sokağa girip duruyorum. Lambasız bir sokaktan şehre bakıyoruz. Artık sadece arabada konuşabiliyoruz. Çünkü toplum içerisinde ağlamak utanç verici… Bizim için yeterince yüksek demek, bizi kimsenin göremeyeceği kadar yüksek demek. Burası yeterince yüksek.

Parka doğru yaklaştıkça seni görüyorum. Bankta oturmuş, gökyüzüne çocukluğunu anlatıyorsun. Ben gelince konuyu değiştiriyorsunuz, fark etmemiş gibi yapıyorum. Elimi uzatıyorum, elini elimin üstüne koy diye. Beni hesaplarken parmaklarını kullan diye. Elimi tutuyorsun. Nereye gittiğini bilmeyen seksen yedi kg’lık bir mutluluk ediyorum. Yedi yıl boyunca hep hatalara çarpıyorum.

Sessizlik, dudaklarımızdan çıkıp arabanın camlarına çarpıyor. Ayrılıyoruz sevgilim. Yavaşça tüm parçalarımızı kopararak… Benim önce burnum gitti, hiçbir kokuyu alamıyorum. Sonra senin sol elin koptu, bacağına düştü. Ben tam “İyi misin?” diyecekken sesim gitti, telleri kopmuş ucuz bir gitar gibi. Daha sonra senin yüzün bakışlarımı yutan bir kara delik oldu. Ama ben devam ettim sana bakmaya… Artık gözlerimden geriye ne kaldıysa, onlarla… Üzgün üzgün baktım yüzüne, şefkatle baktım, korkarak baktım, pişmanlıkla baktım… Af diler gibi baktım. Yüzüne baktım sevgilim… Paslı bir tele dolanarak gökyüzüne doğru bakmak isteyen bir sarmaşık filizi gibi… Gözlerim evrenin en bilinmez deliğinde… Gözlerim kalbi kırık bir kadının gözlerinde…

Sevgilim şapkanı tut. Rüzgar, en büyük hırsız. Hele ki öğleden sonra ! Taş koyalım havluya, ben bu köşeye koydum, sen de o tarafa koy. Aynı hızda yüzelim sevgilim.

“Bitti…” dedin. Yüzüm dünyanın en çirkin yüzü… “Bitti…” dedin. Derim içimi tutamıyor artık, gözümden, burnumdan, ağzımdan dışarı çıkmaya çalışıyor. İki sevenin ayrılışı, gözyaşı, ağız suyu ve sümüğe dönüşen bir duygusal tepkime olsa gerek. Geriye kalan, ayrı yönlere doğru yol almaya başlayan iki kalp ve ölü peçeteler… Senin çenen titredi “bitti” derken, benim ise bütün dünyam…

Dondurma kabının içinde mercimek köfteleri var. Mercimek köftelerinin üzerinde özenle yerleştirilmiş marul yaprakları… Köşede ise yarım bir limon. Yolluk… Ellerini düşünüyorum onlara bakarken. Her mercimek köftesi, senin avcunun içi, parmaklarının şekli… Her mercimek köftesi, içine bulgur karışmış bir özlem şekli…

Uzaklaşırken sana bakıyorum… Aramızda yanlışlar, doğrular, boş yastıklar, adları değişen sokaklar… Aramızda masaya tek koyulan çatallar, unutulan çoraplar, geceleri yönü ve amacı olmayan adımlar… Aramızda çocukluğumuz, gençliğimiz ve ihtiyarlığımız… Aramızda açması birden zorlaşan buzdolabı kapaklarımız… Aramızda, sevgilim, birbirimizi canlı canlı gömdüğümüz duygu mezarlarımız…

Uzaklaşırken sana bakıyorum. 

Öylece oturmuş…

Sürücü koltuğunun en ıssız yerinde…

Sürücü Koltuğunun En Issız Yeri - Serdar Kaplan

Serdar Kaplan 

Bir yanıt yazın